30 Kasım 2022 Çarşamba

DUYGULAR

Hiçbir duyguyu tam anlamıyla deneyimledigimi hissedemiyorum. Mutluyken bedenimde ayak parmaklarımdan saç tellerime kadar akması gereken o neşe sanki sadece karnımda bir kıpırtı gibi canlanıyor. Üzgünken kendimi unutup acının verdiği sızıyı hissetmem gerekirken keder, bedenime sardığım kollarımın dışına hafif bir ölüm soğuğu konduruyor. Korkarken bütün vücudumun felç olması gerekirken sadece parmaklarım hafifçe segiriyor. Öfke bedenimi tir tir titretmek yerine gözlerimde ılık yaşlar şeklinde kendini belli ediyor.

Baş ağrısı gibi mi yaşamalıyım kederi. Bölgesel bir his midir haz. O büyük metinlerde tanımladıkları benliği sarmalayan elektrik yalnız yürekte küçük bir sekme midir. Aşk dediklerinin akla gelince yüzde oluşan yandan hınzır bir gülücükle sınırlı olması ancak bana özgü bir his midir. Yoksa o büyük yazarlar bedene yayılan duyguları anlatırken kendimi sorgulatan bu his içine bürünmemi mi amaçlıyorlar. Bu cümleler soru niteliğinde bir totoloji senfonisi olarak kalacak gibidir nitekim duygular sadece duygudur. Nicelige büründürmeye çalışmak okuyucuyu kandırmaktan başka bir tasarı değil gibi görünüyor. 

17 Nisan 2020 Cuma

2020 Book Challenge | Yeni Yılda Yeni Kitap Almama Challenge | Spoiler: Aldım ☹

2019’da bir kitap satın alma hastalığına yakalanmışım sormayın gitsin sevgili zencefilli kurabiyeler. Alıyorum, alıyorum, bir daha alıyorum ama okuyor muyum, okumuyorum. Duyup görüp merak ettiğim bütün kitapları ele geçirmeye başladım. İkinci el kitapçılara gidip sadece yayın evini, kitap kapağını ya da başlığını beğendiğim kitapları koleksiyonuma bir bir ekledim. Ne oldu, evde üst üste dizince diz boyu olan bir seri kitap birikti. Ben de bir and içtim kendime: “2020’de bu kitapları bitirmeden başka kitap satın almak yok!”. Bak bak bak bak yalana bak. Bu andı tabisiki geçen ay Howl’un Yürüyen Şatosu filminin uyarlaması olduğu Yürüyen Şato kitabını alarak bozmak zorunda kaldım. Tamamen zorunluluktan. Çünkü öyle güzel bir filmin kim bilir nasıl güzel bir hikâyesi vardırdı. Sonra dedim ki bu kitapla o andı tekrar içelim ve başlayalım. Korona karantinasında teoriyi pratiğe dökmek için bahane çıktı. Aylardır kitap okuyamama döngümü böylece bozdum. 

4 Ocak 2020 Cumartesi

Yeni Hobiler | Analog Fotoğraf

Selamın hello?

Vay canınas, en son yazım bir sene önce imiş. Özlemişim kendimi. Nasılsınız sevgili kiraz çiçekleri? Ben aynı tas aynı hamamım. Değişen tek şey çürüyen ruhum. Onu kurtarmak için çeşit çeşit şekillere giriyorum. Bir sürü para harcıyorum - bu beni daha da öldürüyor aslında-. Kurtarılabiliyor mu peki ölü bir ruh? Cık. Sadece kurtamışım gibi yapıp kendimi aldatıyorum. Yoksa hoş şeyler olmaz. Ne mi yapıyorum bunun için? Her genç kızın illa bir kez denemiş olduğu gibi fotoğraf çekme denemeleri yapıyorum. Buna biraz da entel bir tat eklemek amacıyla analog makine kullanayım dedim. Nikon AW35 kendisi.

28 Ocak 2019 Pazartesi

ÇEREZLİK KİTAP ÖNERİLERİ | 2018’de Okuduğum Kısa Romanlar


2018 yılı bütün vahşiliğiyle okuma alışkanlıklarımı bile değiştirmeyi başardı. Tez yazdım, okul bitti, işe başladım derken kitap okumaya öyle bir üşendim ki 300 sayfadan aşağısını roman saymayan ben, 100 sayfadan fazla okumaya katlanamaz biri oldum çıktım. O sıralarda da Hasan Ali Yücel Modern Klasikler Dizisini keşfedivermeyeyim mi? Dr. Jekyll & Bay Hyde’ ı hep okumak istemişimdir ama Türkçe mealine hiç rastlamamıştım canlı olarak. Gördüm aldım haliyle ucuz yollu da olunca. Kitap kısacık olunca su gibi aktı ve haliyle benim de kitap okuyamamaktan gelen göğsümdeki hunharca öküz oturması olarak tabir edilen suçluluk duygusu bir anda yok oldu. Her hafta gidip bu seriden bir kitap seçiyordum kendime. Kitapların çoğu da okumak isteyim bulamadığım ya da sevdiğim yazarların hiç duymadığım kitaplarıydı. Bu beni etkiledi. Jekyll’ dan sonra Dr. Ox’ a yatay geçiş yaptım. Öyle böyle derken birkaç ay içinde bir senede okuduğumdan daha fazla kitap okumuş oldum. Bu beni sevindirdi.

Benimle aynı kaderi paylaşan pipıllar için çok da spoiler vermeden hafif hafif bahsedeyim okuduğum kitaplardan. Go Go!

·         Dr. Jekyll & Bay Hyde

·         Dr. Ox’un Deneyi

·         Tiffany’de Kahvaltı

·         Bir Kadının Yaşamından 24 Saat

·         Simyacı

·         Kedine Ait Bir Oda

10 Aralık 2017 Pazar

Basit Ve Oldukça Hafif Bir Tatlı: Cheesecake !

Evet Cheesecake ve hafiflik pek yan yana gelmesi muhtemel iki kelime değiller. Ama geçenlerde bulduğum şeker hastaları için yapılmış olan tarifi biraz değiştirdim ve mükemmel bir sonuç ortaya çıktığını düşünüyorum. 🙆 Lafı uzatmadan tarifi verip arkasından neden böyle bir tarif uyguladığıma geçeceğim...

                                                                                 Malzemeler:
  • 2 paket yağsız labne
  • 2 yumurta
  • 2 yemek kaşığı yulaf kepeği
  • 2 yemek kaşığı pudra şekeri (yok ben daha tatlı istiyorum derseniz miktarı arttırabilirsiniz veya toz şeker de kullanabilirsiniz)
  • yarım paket vanilya
  • 2 yemek kaşığı kuru üzüm
  • 2 yemek kaşığı dolmalık fıstık (Bunun yerine fındık da olur ceviz de olur)




         Üzeri için:
  • Böğürtlen (20 gr)
  • 1 tatlı kaşığı pudra şekeri
  • 5 adet nane

💜Tüm malzemeleri mutfak robotunda karıştırın. Ardından iyice yağlanmış bir kalıba (tereyağ ile yağlarsanız kalıptan daha kolay çıkartırsınız) döküp 150 dereceye ayarlanmış fırında üzeri kızarıncaya kadar pişirin. (saate bakmayı unuttuğum için sanırım bi 15 dk kadar olması lazım pişirme süresi) Pişip soğuduktan sonra üzerine mutfak robotunda pudra şekeri ile püre haline getirdiğiniz böğürtleni dökerek taze nane yaprağı ile servis edin.

💚Şimdi gelelim neden o kadar güzelim cheesecake tarifleri dururken böyle bir tarifi denedim? Cevap çok basit: Cheesecake'ten nefret ediyorum. Yerken o aşırı tatlılığı felan midemi bulandırıyor. Altındaki bisküvi katmanı şekerli, ortası çok yağlı üstündeki soslar ise berbat ... Ama gelin görün ki erkek arkadaşım cheesecake delisi... Mecbur bir şekilde sevip ve yapmasını öğrenmem lazımdı 💆 Bir güzel hazırladım aynı bu fotoğraftaki gibi sonra kaba koydum bir saat sonra buluştuğumuzda bak sana ne yaptım diye diye mutlu mutlu açıp verdiğimde aldığım tepki 'ıyy bu ne ya' oldu. Haksızda sayılmaz tabi çantamda taklalar atınca sosu her bir tarafa yayılmıştı. Ama lezzetli buldu ve üzerindeki sosu böğürtlen değil de çikolatalı bir sos olsa daha çok beğeneceğini söyledi.Çünkü şekeri ona göre hiç yok bir de böğürtlen sevmediğini de o an öğrenmiş oldum 😒.. (uyuz şey 😡) 
Onun haricinde ev halkı gayet beğendi ben ise bayıldım tadı tam hayal ettiğim gibi oldu. Meyveli ekşimsi hafif bir tatlı...
💛.💛Orijinal tarifinde tabi ki pudra şekeri yoktu. Tatlandırıcı vardı. Bir de çilek ile yapılmıştı. Fakat Aralık ayında çilek bulamazdım. Sonradan sevgili anneciğimin benim için zamanında buzluğa atmış olduğu böğürtlenler aklıma geldi de onları kullandım. Daha da tatlı olsun ama meyveli de olsun derseniz taneli çilek reçeli veya vişne reçeli de efsane olur. Ya da nutellayı sıcak suda bekletip iyice akışkan hale getirip üzerine dökebilirsiniz 💖

25 Ağustos 2017 Cuma

Danger! K-Pop Giremez!

Bugün tüm hayatımı sorguladığım o olağan günlerden bir gün. Kendimi ve çevremdekileri, hayatımı ve gidişatını. Böyle zamanlarda odamda karanlıkta oturup sessizce tavanı seyretmek birinci etkinliğim olsa da, bazen kendime kendimle eziyet etmektense müzik dinleyerek yürüyüş yapmayı tercih ettiğim zamanlar olur. İşte bugün de böyle yaptım. Ben bir K-Pop aşığı değilim, hatta belki nefret ediyor bile olabilirim ya da anlamıyorum belki de. Koreceyi öğrenmeden önce her şarkının anlamına bakar öyle dinlerdim. Açıkçası bir şarkının söylemek istedikleri bana göre çok önemli, yani sözleri ama o disco müziği değil. Bu yüzden belki de K-Pop'u anlayamıyorum ama dinleyenlere de tabi saygı duyuyorum (bir psikopat derecesinde değillerse tabi ki, yani Oppa!! Oppa!! diye geberiyor, Oppasının don rengine kadar biliyorlarsa bu normal değil. Üzgünüm...) Benim düşünceme göre K-Pop'ta anlam yok, his yok, duygu yok!! Eğer ki hayat bana güzel, 신나게 춤만 추자!! (o zaman dens!) diyorsanız o başka tabi. Peki şimdi bana şunu sorabilirsiniz, ben Korece bilmiyorum, anlamını nasıl anlicam hacı? Merak etmeyin, önereceğim şarkıları anlamak için dil bilmeniz değil hissetmeniz yeter. Korece bilmediğim zamanla şu zaman arasında şarkılardan aldığım tat farklı değil. Dinlediğinizde siz de anlayacaksınız. ^^

Neyse... Peki ben ne dinliyorum. Benim dinlediğim tarz Kore'de K-Indie olarak geçiyor, bunun yanısıra bazen damardan denebilen Ballad'lar, K-Rock da var. Hadi o zaman, loş bir odaya gidiniz, kulaklığınızı takıp, önerdiğim şarkıları teker teker dinleyiniz. Zira seansımız bittiğinde uyumak isteyeceksiniz, ama sıkılmaktan değil hafiflikten...

못 - 헛되었어

담소네공방 - 사람들은 왜

노리플라이 - 여정

자우림- 스물다섯, 스물하나

요조 - 보는 사람

장희원 - 나무에 걸린 물고기

홍재목 - Snowdrop

젊은이 - 걸어도 걸어도

조정희 - Waltz for S.P

문문 - ROACH

젊은이 - 떠나

이나래 - like a star

도마 - 이유도 없이 나는 섬으로 가네

Bu şarkılar kalbinizi avcuna alıp önce sıkıp acıtan sonra üzülüp okşayıp yine de sizi sizin kadar anlayan şarkılardı. Yaklaşık bir saatinizi verdikten sonra dinlediğiniz bu güzellikler umarım beni teselli ettiği kadar size de yaramıştır. Ah içim çürüdü mü dediniz yoksa?? Napalım ben hayatının büyük çoğunluğunda depresif bi insandım. Ama merak etmeyin eğer bu yazım beğenilirse aşık olanlar, olmak isteyenler ve ya havalar güzel deyip mavi gökyüzünün bile mutlu ettiği o sevgi pıtırcıklarına da bir liste yapacağım.

Neyse bu karmaşık duygularla sizi baş başa bırakıyorum. Şimdi gözleri kapatıp rüyalar kurmanın tam zamanıdır.

또 봅시다!





24 Ağustos 2017 Perşembe

Lee Sang Yoon'dan Seçmeler

Ne yapsa yakışıyor ne yapsa üstesinden geliyor denecek nadir insanlardan bu güzel insan. Büründüğü her rolün hakkını veriyor ve asla kendini tekrarlamıyor. Seçtiği roller de üzerine öyle güzel yakışıyor ki senaryo tercihinde gösterdiği nadidelik de irdelenmeden geçilecek gibi değil. Oyunculuğunu bu kadar geç keşfetmek üzüntü veriyor. Ne olurdu daha erken başlasaydı oyunculuğa ha! Nolurduğğğğğ!!!!!


ANGEL EYES


İzlediğim ilk dizisiydi. Başlarda pek sarmadı. Aslında sonlara doğru da sarmadı. Sanırsam 10. bölümde bıraktım. Ama neden bıraktım bir sor! Kadın başrol illallah ettiriyor da ondan. Yani Boys Over Flowers'ı bitirmiş olmam bile bir mucize bu kadın yüzünden. Halbuki dizi ne kadar ponçik ne kadar içten bir o kadar da güzel senaryolu ve Sangyoon'lu. Vıcık değil, konusu da ilginç. diyecek fazla söz yok bu dizi için. Nitekim çok hatırımda da kalmamış soğriii. Ama izleyin, izlettirin.

TWENTY AGAIN / SECOND TIME TWENTY YEARS OLD


Ahh... My meymun. Burada ikinci kez aşık oldum ona. ilk izlediğimde sevmiştim. Sonra dün içimden yeniden izlemek geldi. Bir günde bitirdim ve tekrar aşık oldum. İlk aşık oluşum bir sonraki bahsedeceğim On The Way To the Airport dizisinde olmuştu. Bunu ikinci kez izleyince roller arasında asfaltları ağlatan geçişine şahit olunca tekrar aşıkladım. Bakayım iyi mi yapmışım? Valla iyi yapmışım. Hem yetişkin dizisi hem de üniversite hayatını içermesiyle beni iki yönlü vurdu. Sıradan insanların hiç de sıradan olmayan düşünce şekli ve insanın insana saygı duymasındaki güzelliği bir kez daha gözüme soktu bu dizi. Gerçek hayatta hepimiz nasıl da çocuksu ve çirkiniz. Yüzüme bir tokat gibi fışkırtıldı bu sefillik yeniden. Mutlu son mu? Kişiye göre değişir. Benim için mutlu bir sondu. Her ne kadar açık uçlar kadar tiskindiğim bir şey olmasa da dünyada, bu dizi ucu biraz daha açık bitirilebilinirdi. Neden olmasındı? Ama böyle de güzeldi.

En sevdiğim ost'ları da şöyle bırakayım.


Roy Kim - You Don't Love Me


Jung Joonil - Fine Day


Yoo Sung Eun - Oh You Yeah You

ON THE WAY TO THE AIRPORT


Airport falan deyince uçaklı bir afiş bekliyor insan değil mi? Halbusi ki dizinin havaalanıyla olan tek bağlantısı kadın başrolümüzün hostes olması ve beyimizin zırtpırt yurt dışına gidecek kadar, bu kuyunun suyu nereden geliyor şeklinde akıllara zarar getirecek zenginliğiyle sınırlı kalıyor. Sahiden de bu dizide gerçekliğe en yakın olmayan kısım burasıydı. Adamın öyle pek matah da bir işi yoktu ancak canı kadını görmek isteyince soluğu Tayland' da alıyordu nasılsa. Hem de son dakika biletleriyle! Gel gelelim benim de dahil olduğum fakir kesimimiz bu lüksü asla kabul edemeyecek, içine sindiremeyecek ve diziyle alakasını kesecek raddeye bile gelebilirdi. Ancak dizide gerçekliğe uzak olan tek kısım bu değil. Başrollerimizin öyle kafa yapıları var ki, bknz: gerçekleşen bir olay sonucunda karşı tarafın göstereceği o ütopik tepkiyi adeta genel geçer insan tipinin verebileceği alelade bir tepki olarak düşünüp anında empati yapmak suretiyle zihin okumaları vb. sizi bu ütopik düşünce tarzının genel geçer olduğuna ikna edebilecek bir inandırıcılıkla davranıyorlar. Halbuki ikisi de yaygın insan tipinden o kadar uzaklar ki. Ve bu asla kötü bir şey değil -en azından bu dizi için- Kısacası absürt durumlara verdikleri olgun tepkilerin bende uyandırdığı yankı bambaşkaydı. Normal bir insanda gözlemleyemeyeceğiniz bu olgun tepkiler beni her iki karaktere de hayran bırakarak aşık etti. Kim Haneul her ne kadar yaşına taş çıkartan bir vücuda sahip olsa da Lee Sang Yoon'cuğumuzun yanında daha güzel bir çehre görmek istiyor insan. Öyle temiz öyle mis öyle çiçek gibi tazecik kıymetli bir tanecik ki insan hep kendi gibi güzel şeylerle beraber olsun istiyor o. Yine de bundan kötüsü de olabilirdi diyerek kendimizi avutuyor ve bu konuyu kapatıyoruz.

WHISPER


Bir gün bir Sangyoon temalı yeni bir dizi yeni bir Sangyoon. Burada kendisi iyi adam-turn to kötü adam-turn to iyi adam(neredeyse). Bunun da hakkını vermiş mi? Hıhı vermiş. Asla kumda oynamıyor asla kötü durmuyor. Bu dizide beni benden alan tek şey, hısımlarıyla olan güç savaşında her hamlelerini uygulamadan önce birbirlerine haber vermeleriydi. Hayır, her atacağın adımı neden söylüyorsun abe kazma. Hısmı da ondan keriz o da söylüyor. Kimse de demiyor ki biz neden her yaptığımızı gidip çatır çatır söylüyoruz. Sonuna kadar da böyle gitti. Tam kazanacak duruma geliyor biri, bir bakıyorsun yine gidip "Bu sefer ben kazanacağım bak sana bir tuzak kurdum muhaha!!!" diye haber veriyor, karşı taraf da "Tanrım senden razı olsun, böyle düşmanım olsun bin yaşasın!" deyip ona bir counter attack hazırlıyor ve bu böylece uzayıp gidiyor. E 16 bölüm gel de bunu izle şimdi. Gerçekten yapamadım. Halbuki Secret'dan sonra, gördüğüm en güzel enemy-turn-to-lover kadın-erkek ilişkisini yaşıyorlardı, ama... olmadı, tutunamadım. Belki günün birinde çok çaresiz kalır ve "yarım bıraktığım dizileri tekrar izliyorum günü" yaparsam devam ederim. Yine de imdb tutumuyla bir puan verecek olursam 6'dan düşük vermezdim. Gisel yani.

Sevgili Lee Sangyoon'cuğumuzun hiç yaşlanmamasını ve daha nice dizilerini görmek dileğiyle, esenlikle kalın sevgili yer elmaları.

Enjoy.